top of page

Osmanlı Nasıl Yıkıldı? Yıkılışa Giden Süreçte Kısaca Neler Yaşandı?

  • Yazarın fotoğrafı: bilgencofficial
    bilgencofficial
  • 27 Şub 2023
  • 8 dakikada okunur

Mehmet Efe Boylu yazdı,



Kimi tarihçilere göre 1299 kimilerine ve özellikle çok değerli tarihçimiz rahmetli Halil İnalcık’a göre 1302 yılında resmi olarak kurulan o devlet. Hâkimiyeti en uzun süren Türk Devleti...


Dile kolay 600 küsur yıllık bir tarih. Evet, tam da tahmin ettiğiniz üzere Osmanlı İmparatorluğundan bahsediyorum. Muhakkak düşünmüşsünüzdür, bu kadar güçlü ve ihtişamlı bir devlet ne oldu da çöktü? Bu hale onu hangi hatalar getirdi? Kurtarma projeleri var mıydı ve varsa neydi? İllaki bu soruları bir kez olsun sormuşsunuzdur.


İşte bu yazımızda tam olarak bu sorulara olabildiğince net ve anlaşılır cevaplar sunmak amacıyla yaşananları kısaca anlatacağım. Osmanlı’nın dönemlerini genellikle beş ana başlıkta incelemek mümkündür. Bunlar: 1299-1453 Kuruluş Dönemi, 1453-1579 Yükselme Dönemi, 1579-1699 Duraklama Dönemi, 1699-1792 Gerileme Dönemi ve 1792-1922 Dağılma Dönemidir.


Öncelikle kısaca Osmanlı’nın kuruluşundan bahsetmek isterim.


Osmanlı’nın Kısaca Kuruluşu ve Ardından Yükselişi


Osmanlı Beyliği bilindiği üzere 2. Beylikler Dönemi olarak adlandırdığımız devirde artık eski gücünde olmayan Bizans’ın sınırında kurulmuştur. Bilecik’in Söğüt ilçesinde kurulan beylik kendisinden beklenenin aksine çok hızlı bir şekilde gelişmiş ve güçlenmiştir.

ree

Sonuç olarak 600 küsur yıllık bir imparatorluğun başlangıcı olmuştur. Kimi tarihçiler dediğim gibi Osman Bey’in 1299 yılında Bizans tekfurlarına karşı elde ettiği başarılar ve sonrasında kendi adına okuttuğu hutbe dolayısı ile kuruluş tarihini bu olarak kabul etmektedirler.


ree

Bu görüşün aksine özellikle Halil İnalcık kuruluşun Bizans ile 1302’de yapılan Bafeus Savaşı ile gerçekleştiğini savunur. Bunun nedeni Osmanlı’nın ilk kez ciddi manada bir ordu ile karşı karşıya gelmesi ve şüphesiz kazanan taraf olmasından kaynaklıdır. Diğer bir yandan Osmanlı’nın bu kadar güçlenmesi de birçok nedene bağlanmıştır. Kimi gaza ve cihat anlayışını kimi ise nüfus baskısını öne sürmüştür. Bu tartışmalar ise halen daha sürmektedir.


Bunun en büyük sebebi döneme ait tarihi kaynakların yetersizliğidir. Osmanlı diğer Türk Beylikleri ile genel olarak uzlaşmacı bir politika sergilemiştir ve yönünü Batı’ya çevirmiştir. Ki bu politikanın sonucunda Osmanlı’nın ilk olarak bir Anadolu devletinden çok Balkanlara yayılmış bir devlet olduğu görülecektir. Kısacası doğru zamanda doğru kişilerin ve doğru politikaların uygulanması bu ihtişamlı devletin böylesine güç kazanmasında etkili olmuştur.


Ardından yine hem doğru siyasi hem de askeri politikalar sonucu yükseliş devri görülmüştür. Bu bölümlere detaylı olarak sonraki yazılarda değineceğiz. Ancak şimdi asıl konumuz olan Osmanlı nasıl çöküşe geçti ona bir bakalım.


Duraklama Dönemi: 1579-1699


Duraklama Dönemi olarak adlandırdığımız bu döneme olabildiğince kısaca değinmek gerekirse, bu dönemin başlangıç nedenlerine bakmamız şarttır. Bu dönemin hem iç hem de dış sebepleri vardır. İç sebeplere örnek olarak merkezi, askeri, ekonomik yönetimin ve eğitimin yavaş yavaş bozulması verilmesi gereken başlıca örneklerdir.

ree

Yönetimde kuruluş döneminin aksine yanlış politikalar uygulayan başarısız padişahların tahta geçişinin yaşanması büyük problem teşkil etmiştir. Başarısız ve pasif padişahların farkına varan diğer saray yöneticilerinin yönetime müdahale etmeye başlaması da ayrı bir meseledir. Aynı zamanda atamalarda gerçekleşen liyakatsizlik ve adam kayırmaca olarak tanımlayabileceğimiz durumların görülmesi sürece girişin başlıca nedenlerindendir. Askeri olarak devşirme sisteminin artık işlevini yerine getirememesi, tımar sisteminin çökmesi ve teknolojik açıdan Avrupa’nın gerisinde kalınmaya başlanması büyük sıkıntılara vesile olmuştur. 17. yy itibariyle

eğitimde pozitif bilimlerin ihmal edilmesi gelecek nesillerin önünü de kapatmıştır.


Coğrafi keşifler ile ticaret yollarının değer kaybetmesi, kapitülasyonlar ile ekonomik bağımsızlığın yavaş yavaş dış güçlerin eline geçmesi, gereksiz yapılan harcamalar, uzun süren savaşlar ve bunlar gibi birçok neden ülke ekonomisine ağır darbe vurmuştur.

ree

Bütün bunların sonucunda da iç isyanlar kaçınılmaz olmuştur. Dış sebepler olarak ise imparatorluğun doğal sınırlarına ulaşması, Avrupa’da merkezi devletlerin kurulmaya başlanması, coğrafi keşifler, Rönesans ve Reform karşısında Osmanlı’nın olanlara kayıtsız kalması duraklamaya yol açmıştır. Bakıldığı zaman bütün bu yaşananlarla birlikte kaybedilen savaşlar ve yapılan birtakım antlaşmalar da nihayetinde süreci duraklama sürecinden gerileme dönemine sürüklemiştir. Bu antlaşmaların ilkleri Avusturya’ya karşı üstünlüğümüzü kaybettiğimiz Zitvatoruk Antlaşması ve gerilemenin başlangıcı olarak sayabileceğimiz, ilk toprak kaybının yaşandığı Karlofça Antlaşmasıdır.

ree

Osmanlı Devleti bütün bu olumsuzlukları görmüş olacak ki sorunu çözmek için bu dönemde batılılaşmadan uzak bir biçimde ıslahat çalışmaları yapılmıştır. Ancak bunların pek bir işe yaradığını söylemek mümkün değildir. Çünkü ıslahatlar kişilerle sınırlı kalmış ve baskı, tehdit boyutundan öteye geçememiştir. Nasıl bir hastanın tedavi sürecinde uygulanan yanlış tedavi kangrene sebep olur, işte Osmanlı tam da bunu yaşamıştır…



Gerileme Dönemi: 1699-1792


Bu dönem bahsini geçtiğimiz Karlofça Antlaşması’ndan Yaş Antlaşması’na kadar giden sürecin genel adıdır. Bütün bu anlatmış olduğum iç ve dış sebepler bu dönem içerisinde de devam etmiştir. Bunların sonucunda birtakım yeni iç gelişmeler yaşanmıştır.

ree

Örneğin Bab-ı Ali yani sadrazam sarayının yönetim merkezi olması, Kalemiye sınıfı olarak bilinen ülkenin ekonomisinde söz sahibi olan sınıfın etkinliğinin artması, nüfuzlu kişilerin yani Ayanların güç kazanması ve iç borçlanmaya gidilmesi bunlardan bazılarıdır. Bu dönemde daha çok savaşlar ve yapılmaya çalışan ıslahatlar ön plana çıkmıştır. Gerileme Dönemi boyunca Osmanlı’nın dış politikasını üçe ayırmak mümkündür: Kaybettiklerini geri almaya çalışmak, başarmayacağını anlamak ve sonucunda savunmaya çekilmek.


Osmanlı’nın rakiplerine bakacak olursak sıcak denizler peşinde olan ve bunun Dünya hâkimiyetinin koşulu olduğunun farkında olan Rusya başta olmak üzere Fransa, Venedik, Avusturya, İran gibi devletler mevcuttur. İlk olarak 1711 yılında Osmanlı ve Ruslar arasında Prut Savaşı ve Antlaşması gerçekleşmiştir. Bu savaşı kazanan Osmanlı için umutlar artmıştır ancak bu çok uzun sürmemiştir. Sadece birkaç yıl sonra Avusturya ve diğer devletlere karşı alınan yenilgiler ve sonucunda imzalanan 1715-1718 Pasarofça Antlaşması ile Osmanlı Batı’nın üstünlüğünü kabul etmek durumunda kalmıştır. 1739 yılında Fransa’nın desteği ile imzalanan Belgrad Antlaşması'nda ise Karadeniz’in Türk gölü olduğu son kez teyit edilmiştir ancak Fransızlara karşı kapitülasyonlar süresiz olarak uzatılmıştır. Bu da Osmanlı’nın ekonomik bağımsızlığını büyük çapta kaybettiğine işarettir.

ree

Sonraki yıllarda yapılan 1768-1774 Rus Savaşı sonucu imzalanan Küçük Kaynarca Antlaşması işleri daha da zorlaştırmıştır. Ruslara da kapitülasyonlardan yararlanma hakkı doğmuş ve Osmanlı savaş tazminatı ödemek zorunda bırakılmıştır. Daha sonralarında Rusya Kırım’ı ilhak etme girişimlerinde bulunmuş ve 1792 yılında imzalanan Yaş Antlaşması ile Osmanlı Kırım’ın bir Rus toprağı olduğunu kabul etmiştir. Avrupa ve Rusya ile yapılan savaşların dışında İran da bu dönemde Osmanlı’nın başına bela bir devlet konumundadır.


18. yy ıslahatlarına bakacak olursak Duraklama Dönemi’nden biraz daha farklı olduğunu görmek mümkündür. Geçmiş dönem ıslahatlarının aksine Batılılaşma ilk kez ıslahatlarda görülmüştür. Bunun nedeni Batı’nın üstünlüğünün kabul edilmesi ve önceki ıslahatların işe yaramamasıdır.

ree

Özellikle askeri alanda yenilik çalışmaları yapılmasını da toprak kayıplarının önüne geçmek için olduğu düşüncesi oldukça mantıklıdır. Bu Batılılaşma eylemi Lale Devri ile başlamış ve III. Selim Nazım-ı Cedit Dönemi ile birlikte hızlanma eğilimi göstermiştir.

18. yy ıslahatlarını kısaca değerlendirecek olursak yine sonuç hüsrandır diyebiliriz. Çünkü yine halka ulaşılamamış, yenilikler yalnızca askeri boyutta ve kişilerle sınırlı kalmıştır. Bu başarısızlığa Yeniçeri isyanları da sebep olmuştur.

ree

Tam da Osmanlı’da böyle bunaltıcı olaylar yaşanırken gerçekleşen Fransız İhtilali (1789), diğer işçi ihtilalleri ve Sanayi İnkılabı Avrupa’nın büyük ölçüde gelişmesine, Osmanlı’yı geride bırakmasına ve Dünya’da milliyetçilik ve demokratikleşme hareketlerinin başlamasına vesile olmuştur.

ree

Sanayi İnkılabı ile birlikte iyiden iyiye ekonomik bağımsızlık kaybedilmiştir. Osmanlı açık pazar haline gelmiş, Avrupa’ya bağlılığı artmış ve sömürge amaçlı işgallere uğramıştır. Ekonomik açıdan yaşanan bu çöküş ise siyasi çöküşü de haliyle hızlandırmıştır. Yayılan milliyetçilik akımıyla ise Osmanlı gibi çok uluslu devletler sıkıntıya girmiştir. Osmanlı artık içerisindeki farklı etnisiteleri bir arada tutamaz hale bürünmüştür. Yani bu demektir ki artık devir değişiyor. İmparatorluklar yerine ulus devletler, cumhuriyetler geliyor. Haliyle Osmanlı da bu durumdan nasibini fazlasıyla alıyor.


Dağılma Dönemi: 1792-1922


Bu dönem Yaş Antlaşmasından imparatorluğun lağvedilme tarihi olan 1922’ye kadarlık süreci kapsamaktadır. Bu dönemde şüphesiz en baş ağrıtan olayları ülke içerisindeki azınlıklar yapmıştır.

ree

İlk olarak 1804 yılında isyan eden Sırplar, gelecek yıllarda sırasıyla 1812 Bükreş Antlaşması ve 1829 Edirne Antlaşması ile bağımsızlıklarını kazanma yolunda büyük adımlar atmışlardır. Bunun gibi birçok süreç ile beraber azınlıklar bağımsızlıklarını kazanmaya başlamışlardır. Yani artık Osmanlı İmparatorluğu’nun toprak bütünlüğünü koruma konusunda ciddi sorunlar yaşadığı barizdir.

ree

Azınlıkların böylesine hızla bağımsızlıklarını kazanmaya başlamalarında elbette ki sömürgeci devletlerin ve milliyetçilik akımının etkisi yadsınamaz derecede büyüktür. Aynı zamanda bu dönemde Rusya’nın sıcak denizlere inme amacı sürmüş ve yeni bir politika geliştirmiştir: Panslavizm. Bu politika Slavların Rusya çatısı altında birleşmesi senaryosudur. Bu politika sayesinde Balkan milletleri birleşmiş ve Osmanlı’nın Balkanlardaki toprak bütünlüğünün bozulmasına doğrudan etki etmişlerdir.

ree

Aynı zamanda ülke içerisinde de hem yararlı hem de tehlike arz eden cemiyet oluşumları görülmüştür. Tehlike arz edenlerin arasında belki de en önemlisi Etnik-i Eterya’dır. Bu cemiyetin amacı Megali İdeayı yani Büyük Yunanistan hayalini gerçekleştirmektir. Bu bağlamda 1821 yılında Mora İsyanı çıkmıştır. İsyanı bastıramayan Osmanlı karşısında birçok sömürgeci devlet Yunanistan’ın bağımsızlığını talep etmiştir. Yalnızca birkaç yıl sonra 1828-29 Osmanlı Rus Savaşı ve Edirne Antlaşması ile Yunanistan bağımsızlığını kazanmıştır. Bu antlaşma aynı zamanda boğazları Rus ticaret gemilerine de açmıştır ve bir bakıma Osmanlı’nın denetim hakkını elinden almıştır. Takvimler 1831 yılını gösterdiğindeyse Mısır İsyanı baş göstermiştir. Bu isyan belki de Osmanlı’yı en zorlayan isyanlardan biridir ve birçok tavize neden olmuştur. Bu isyanla beraber Osmanlı geçici çözümlere başvurmuştur. Örneğin Kütahya Antlaşması bunlardan biridir. Bu antlaşma İngiliz ve Fransız baskısı ile yapılmıştır. Bir diğeri ise Hünkâr İskelesi Antlaşmasıdır. Bu antlaşma ile çok önemli diğer bir mesele doğmuştur: Boğazlar Meselesi.


Bu olayda görülmüştür ki koskoca Osmanlı Devleti bir vali isyanını bastırmaktan bile acizdir ve hatta isyanı bastırabilmek amacıyla İngilizlerin desteği beklenmiştir. İşte Osmanlı’nın İngilizlerin resmen açık pazarı haline gelmesine vesile olan Balta Limanı Antlaşması bu şartlar altında imzalanmıştır.


ree

Bunların yanında 1839’da Tanzimat Fermanı ilan edilmiş ve Batı’nın demokratik değerleri kısmen de olsa benimsenmiştir. Bu ferman ile beraber din, dil, ırk gözetmeksizin tüm Osmanlı vatandaşları kanunlar önünde eşit olmuştur. Ardından 1840 yılında Rusların boğazlara yerleşmesini engellemek ve Mısır meselesini çözmek maksadıyla Londra Konferansı düzenlenmiştir. Bu konferans sonucu Mısır özerk bir vilayet olmuştur. Sadece bir yıl sonra ise Londra Boğazlar Sözleşmesi ile birlikte Osmanlı’nın egemenliği büyük ölçüde zarar görmüştür.

ree

Tarihler 1853-56’ya geldiğinde Kırım Savaşı Rusya’nın sıcak denizler hayaliyle patlak vermiştir. Bu dönemde Rusya ilk defa Osmanlı için “Hasta Adam” tabirini kullanacaktır. Bu savaşta Osmanlı’nın yanında İngiliz ve Fransızların da bulunması ile savaş kazanılmıştır. Ancak yapılan Paris Antlaşmasında Osmanlı mağlup muamelesi görmüş ve ilk defa Avrupa Devleti olarak kabul edilmiştir. Tam da bu tarihlerde azınlık isyanlarının önüne geçmek maksadıyla Tanzimat Fermanı’nın yanına bir de Islahat Fermanı ilan edilmiştir.

ree

Yalnızca birkaç sene sonra yine Ruslara karşı bir savaş çıkmıştır: 93 Harbi. Bu savaşın çıkma amacı Osmanlı’nın içişlerine karışılmasıdır. Bu tarihlerde Meşrutiyet tartışmaları da yaşanmıştır. Yani ülkenin yalnızca dış politika açısından değil içişleri açısından da kaotik bir durumda olduğu çok nettir. Savaşın ardından imzalanan 1878 Berlin Antlaşması ile ise birkaç Balkan devleti tam bağımsız olmuştur. Bunun dışında Kars, Ardahan, Batum Rusya’ya bırakılmıştır ve Ermeni Meselesi ilk defa gündeme getirilmiştir.


Tüm bu gelişmelerin yanında antlaşma ile birlikte İngilizler Osmanlı’nın toprak bütünlüğü politikasını terk etti ve Kıbrıs İngilizlere bırakıldı. Daha sonraki yıllarda çıkacak Kıbrıs Meselesinin tohumları işte o zamanlarda atılmıştı.

ree

Biraz da 19 yy. ıslahatlarına bakacak olursak her alanda Batılılaşmaya gidildiği görülecektir. Bu ıslahatların amacı azınlık isyanlarının önüne geçmek ve devletin dağılmasına engel olmaktır. Bu amaçlar her ne kadar yerini bulmadıysa da bir sonraki yazılarımızda daha detaylı değineceğimiz birçok alanda yapılan yenilikler, Tanzimat, Islahat, Meşrutiyet, Meclis-i Mebusan ve Kanun-i Esasi gibi kavramlarla beraber bir nevi Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin düşünsel altyapısı da oluşmaya başlamıştır. Meşrutiyetin ilanından sonra başta 31 Mart Olayı olmak üzere çeşitli rejim karşıtı olaylar yaşanmıştır ki bu olaylar iç karışıklığı daha da arttırmıştır. İçerde yaşanan karışıklık ise şüphesiz dış politikada kaybettirmiştir.

ree

Biraz da Osmanlı’nın kurtulması amacıyla ortaya çıkan dört ana fikir akımından bahsetmek isterim. Bunlardan ilki belki de akla mantığa en yatkın görünen olan Osmanlıcılık fikridir. Bu fikrin temsilcisi Namık Kemal’dir ve Osmanlı Birliğinden bahseder. Bu akımın uygulamaları Tanzimat, Islahat ve Meşrutiyettir. Ancak bu akımın o dönemde işe yaramaması oldukça normaldir. Sonuçta ulus devletlere kayan bir çevrede bu akımın yaşaması pek mümkün değildir. İkinci fikir İslamcılık veya bir diğer adı ile ümmetçiliktir. İslam birliğini savunur ve temsilcileri II. Abdülhamit ile Mehmet Akif Ersoy’dur. Üçüncü fikir Türkçülüktür ve dönemin koşullarından olan milliyetçiliğe dayanır. Savunucusu Ziya Gökalp’tir. Sonuncu fikir ise Batıcılıktır yani çağdaşlaşma yoluyla Osmanlı’nın kurtulacağının savunulmasıdır. Temsilcisi başta Tevfik Fikret’tir. Peki, bütün bu fikirler ışığında Osmanlı’nın kurtuluşu gerçekleşebildi mi?


1911’de Trablusgarp’a yani Afrika’daki son toprağımıza elveda dedik, 1912 Balkanlar işgal edildi, 1913 İttihatçılar ülke yönetimini ele geçirdiler ve ciddi hatalar yaptılar, 1914 Birinci Dünya Harbi patlak verdi, Anadolu dört bir yandan işgal edildi…


Kısacası hayır, Osmanlı kurtulamadı. Ancak çok büyük bir şansımız vardı. Bütün bir Anadolu işgal halindeyken, resmen teslim olunmuşken bir çift mavi gözün ışığında Milli Mücadele süreci başladı ve bugün bizlerin huzur içinde yaşayabilmesi için Türkiye Cumhuriyeti Devleti bizlere miras bırakıldı.

ree

Bizlere bu cennet vatanı emanet eden başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere silah arkadaşlarını ve Milli Mücadele’ye destek olan herkesi saygı, sevgi ve özlemle anıyorum…


Son olarak şunları söylemek isterim. Tarih gerçekten çok ama çok kıymetli bir araçtır. Geçmişimizi öğrenmemizde rol oynadığı gibi geleceğimiz hakkında da fikir sahibi olmamızı sağlar. Geçmişe dönüp doğru yapılan işleri örnek almamız gerektiği gibi yaptığımız hatalardan da ders çıkarmamız gerekir. Bu yazımda Osmanlı’nın yıkılış sürecinde gerçekleşen olaylardan ve yanlışlardan kısaca söz etmek istedim ki yapılan hataları hep birlikte görelim ve ders çıkaralım. Çünkü Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün bizlere emanet ettiği bu topraklarda bir daha böyle hüsranlar, çaresizlikler yaşanmaması için kendimi bu millete borçlu bilirim.



"Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır, ancak

Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır."

Mustafa Kemal Atatürk


Kaynakça

 
 
 

Comments


bottom of page